ZORLU PSM’DEN YENİ BİR TİYATRO YOLCULUĞU: “KISIK ATEŞTE DÜDÜKLÜ TENCERE”NİN YARATICILARIYLA SÖYLEŞİ

Zorlu PSM'nin "PSM Atölye" programı, genç yetenekleri sahneye kazandırmaya devam ediyor. Bu programdan doğan ve Zorlu PSM yapımı olarak sahneye taşınan “Kısık Ateşte Düdüklü Tencere”, alışılagelmiş anlatı kalıplarını kıran ve absürd unsurlarla bezenmiş bir oyun olarak bir şefin dev bir yumurtanın peşinde yaşadığı psikolojik ve fiziksel gerilimleri merkezine alıyor. Sezon boyunca %100 Studio’da sahnelenen oyun, yazarı Emir Taha Sarı, yönetmeni İrem Kalaycıoğlu ve Zorlu PSM Genel Müdürü Filiz Ova ile yapılan röportajda, yaratım süreci, Zorlu PSM’nin tiyatro ekosistemine katkıları ve PSM Atölye'nin genç yeteneklere sunduğu olanaklar ele alınıyor.

Filiz Ova / Zorlu PSM Genel Müdürü

‘’Sanatın Geleceğini Genç Sanatçılarla Birlikte İnşa Edeceğiz’’

Zorlu PSM olarak kültür sanat dünyasının sürdürülebilirliği için genç sanatçılara alan açmayı ve onların yaratıcı yolculuklarında destekleyici bir rol üstlenmeyi çok önemsiyoruz. Bu sebeple tiyatroya yeni yetenekler kazandırmak ve tiyatronun sürdürülebilirliğine katkı sağlamak amacıyla Mey|Diageo’nun kurumsal desteğiyle alanında uzman eğitmenlerin yer aldığı PSM Atölye programını hayata geçirmiştik. Ücretsiz eğitim programımız dördüncü sezonunda da devam ederken ilk üç yılında toplam 69 mezun verdi ve 26 özgün tiyatro oyununu sahnelendi.

‘Kısık Ateşte Düdüklü Tencere’ ise bu programdan doğan ilk profesyonel Zorlu PSM prodüksiyonu olarak bizim için ayrı bir gurur ve mutluluk kaynağı. Kısık Ateşte Düdüklü Tencere, Zorlu PSM’nin tiyatro dünyasında sürdürülebilir bir ekosistem yaratma hedefinin somut bir örneği. PSM Atölye aracılığıyla Türk tiyatrosunun mutfağına nitelikli profesyoneller, yeni yazarlar, yeni yönetmenler, yeni oyunlar, yeni sanatçılar kazandırmaya devam edeceğiz.

EMİR TAHA / Yazar

Emir, seni tanıyalım, kendinden bahseder misin, tiyatroya olan ilgin ve PSM Atölye ile yollarının kesişmesine kadar olan süreç nasıldı?

Öncelikle herkese merhabalar! Tiyatro ile tanışıklığım, lise yıllarında güzel sanatlar bölümünde okumamla başladı. Sanatın bu dalı, her zaman ilgimi çeken bir yön barındırıyordu. Çocukken bile sürekli “oyun oynama” hali beni mutlu ederdi. Sanırım bu, kendini ifade etme ya da anlamlandırma çabasıyla ilgili bir şeydi. Tam olarak tanımlayamıyorum, ama lise dönemimde bu serüvene ilk sağlam adımımı atmış oldum. Bu sürecin devamında çeşitli atölyeler ve konservatuvar eğitimleri geldi. PSM Atölyeyi keşfetmem ise konservatuvar eğitimim sayesinde oldu. Hem konservatuvarda hem de atölyede eğitmenim olan Aylin hocanın bir sosyal medya paylaşımı sayesinde atölyeden haberdar oldum. Yazmaya her zaman meraklıydım ve bu atölyeyi büyük bir fırsat olarak gördüm. Başvurdum… ama atölyeye giremedim. :) Hayatta her şey her zaman istediğiniz gibi gitmeyebiliyor. Pes etmek yerine bekledim, kendimi geliştirdim ve sonunda üçüncü sezon için tekrar başvurdum. Bu kez kabul edildim. Bugün, etrafımda harika insanlarla birlikte burada olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Kısık Ateşte Düdüklü Tencere’de Bekir’in hikâyesini yazmaya nasıl karar verdin? Biraz sana ilham veren, senin kafanda oyunu şekillendiren noktaları anlatmanı isteriz.

Aslında dürüst olmak gerekirse, Bekir’in durumu her zaman kafamı kurcalayan ve özdeşlik kurmama vesile olan bir meseleydi. Hangi hikâyeyi yazarsam yazayım, Bekir oradaydı; sadece ismi, cinsiyeti ya da yaşı değişiyordu. Onu bu noktaya getirmek ise atölye sürecinde mümkün oldu Bir oyun yazmamız gerekiyordu ve belli şartlarımız vardı. O şartların içinde kendimi ifade edecek bir yol ararken, imdadıma gastronomi dünyası yetişti. Yemeklere, onların hikayelerine ve aşçılara zaten büyük bir hayranlık duyan biri olarak, “Neden bunu bir araç olarak kullanmıyorum?” dedim. Bu, hem benim için harika bir bahane oldu hem de Bekir’i anlatabilmem için bir yol açtı. Ve oyun böylece ortaya çıktı. İsminin ilhamı ise tamamen kişisel bir korkudan geliyor: düdüklü tencere! İçeride sıkışan havanın patlama ihtimali beni her zaman çok korkutur. Bekir gibi bir karakterin olduğu bir oyuna bundan daha uygun bir isim düşünemiyorum açıkçası.

Oyun, tabiri caizse bireye seçme şansı bırakılmayan kimlik ve geçmişiyle olan ilişkisi üzerine sorular soruyor. Bu temaları nasıl şekillendirdiniz?

Bu sorular aslında politik bir fikrin peşinden geliyordu. Gözler önündeki bir durumu öfkeyle sorgulamakla ilgiliydi. Ebeveynlerimizle aynı kaderi, aynı dönemi, aynı şartları, aynı problemleri ve aynı hayal kırıklıklarını yaşıyoruz. Yıllar geçiyor, jenerasyonlar büyüyor ama insanların kaderi değişmeyebiliyor. Tıpkı düdüklü tencere gibi sıkışıp durmak… Makrodan mikroya indiğimde, “seçenekleri olduğunu fark etmemiş” insanların hayatını düşünmeye başladım. Sonra kendi hayatımı düşündüm. Ailemi düşündüm. Ve sadece sorular sordum. Çünkü amacım hiçbir zaman cevap bulmak olmadı. Hala da değil. Yeterince soru sorduktan sonra, bilgisayarımı açtım. Word dosyasına oyunun ismini yazdım ve ardından ilk sahneyle başladım.

Metni PSM Atölye kapsamında ilk kaleme aldığında kısa oyun formatındaydı. Zorlu PSM yapımı olarak sahnelenme sürecinde metinde nasıl değişiklikler yaptın?

Sürenin kısıtlı olması nedeniyle baba ve anne kimlikleriyle ilgili bazı soru işaretleri vardı. Hikayeyi, elimden geldiğince, onların bakış açısından da göstermeye çalıştım. Ayrıca, Bekir’in derinliği ve sorguladığı meselelerin çeşitliliği yine aynı sebepten dolayı daha sınırlı kalmıştı. Ancak oyunun süresi uzadıkça, sormak istediğim soruların sayısı arttı ve mevcut olanlar da daha güçlü bir hal aldı. Bir de, çok sevdiğim yan karakterleri derinleştirme fırsatı buldum ki bu benim için ayrı bir keyifti.

Oyunun yer yer mizahi bir dilinin yanında bireyin metaforlarla varoluşunu sorgulayan replikleri var. Bu dili oluştururken oluştururken en çok nelere dikkat ettin?

Kendim olmaya özen gösterdim. Mizah, benim için her şeyin Truva atı gibi. Travmalar, korkular, mutsuzluklar, endişeler ve daha nicelerine mizah etiketli bir Truva atı gönderiyorum. Ve o savaşı mizahla kazanıyorum. Bir şeyleri mizah aracılığıyla anlamlandırabiliyorum. Başka bir şekilde düşünemiyorum. Zekam da bu yönde kısıtlı galiba... Her şeyin komik bir yanı olduğuna inanıyorum ve öyle görüyorum. Hayatı böyle gören biri olarak, haliyle sorularımı da metaforlarla sormayı tercih ediyorum. Analoji ve mizah, empati kurmayı kolaylaştıran unsurlar gibi geliyor bana.

İzleyici Kısık Ateşte Düdüklü Tencere izledikten sonra sence ne hissetmeli? İzleyicide nasıl bir duygu uyandırmasını hedefledin?

Umut içinde olmamalı. Korkmalı, keyfi kaçmalı. Hayatın kendisinde umut yok mu? Elbette var! Umutsuz ve mücadelesiz bir hayat düşünülemez. Ama sanatın pirüpak, toz pembe ve gerçeklikten uzak hali beni rahatsız ediyor. Hollywood finallerini sevmem. Öfkelendiğim şeylere öfkelensinler istiyorum. Bu yüzden, oyun boyunca mizahı kullanarak güldürdüğüm bir hikayede bile karanlık bir sonu tercih ediyorum. Büyük ihtimalle de hep böyle yapacağım.

PSM Atölye’de bir kısa oyun olarak başlayan bu hikâyenin profesyonel bir prodüksiyona dönüşmesi senin için nasıl bir deneyimdi?

İnanılmaz bir deneyimdi. Hala inanamıyorum, hala gerçek gibi gelmiyor. Bu fırsatı kazanmış olmak beni çok mutlu ediyor. Üstelik böyle harika bir ekiple… Hepsi birbirinden değerli insanlar. Metnimi onlara emanet etmiş olmak beni gerçekten çok sevindiriyor. Bu süreç benim için tarifsiz bir tecrübe oldu. Mesleğimle ilgili bilgileri tazelemenin yanı sıra, yepyeni şeyler de öğrendim.

Tiyatro alanında çok fazla yazar veya yazar olmak isteyen kişi var. Kişinin kendi yazdığı hikayenin sahnelenmesi eminim büyük bir deneyimdir. Zorlu PSM’nin tiyatroya yeni yazarlar kazandırmasını sektörde nasıl bir fırsat olarak görüyorsun?

Bu, bence çok büyük bir fırsat ve katkı. Ama bu katkının, daha da güçlenebilmesi için yaygınlaşması ve herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bu mantalite, bir norm haline gelmeli. Dört bir yandan yazarlar ve yönetmenler yetiştirebilmeliyiz. Yetiştirmeliyiz! Bir ülkenin insanları kendi hikayelerini anlatamıyor ya da dinleyemiyorsa, sanat o toplumda ne işe yarar? Hangi görevi üstlenir? Gerçekten bilmiyorum.

PSM Atölye gibi programlar sizce genç yazarlar için nasıl bir olanak sunuyor? İlerleyen dönemlerde PSM Atölye’ye başvuracak ve eğitim alacak sektörün gençlerine neler söylemek istersin?

Atölye, her şeyden önce insanlara kuvvetli bir ses aracı oluyor. Kendilerini ifade edebiliyorlar. Az önce de bahsettiğim gibi, hikayelerini, yaşanmışlıklarını, gördüklerini paylaşma fırsatı buluyorlar. Eğitim alacak insanlara söyleyebileceğim tek şey, pes etmemeleri olurdu. Üretme güdüsü hiçbir şeye bağlı değildir; kendi mazotunu kendi doldurur. Kolay olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama kolay olmayan her şeyin çok değerli olduğunu da biliyoruz. Anlatacak hikayelerimiz olduğu sürece varız. Ve o hikayeleri anlatmak için her zaman çabalayacağız. Daha nice yazar dostumun, yönetmen arkadaşlarımın bu sürece katılmasını ve sektöre adım atmasını yürekten diliyorum!

Gelecek planların neler?

Şu anda birkaç yeni oyun fikri üzerinde çalışıyorum. Bunun yanı sıra oyunculuk kariyerim için de çabalıyorum. Şimdilik hayatımı bunlar dolduruyor. Geleceğe dair uzun vadeli bir planım yok. Yaşadıkça yazmaya devam edeceğim. Yazdıkça da rahatlarım diye düşünüyorum…

İREM KALAYCIOĞLU / Yönetmen

İrem, bize kendinden bahseder misin, tiyatroya olan ilgin ve PSM Atölye ile yollarının kesişmesine kadar olan süreç nasıldı?

Merhabalar! İrem ben. Aslında Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji mezunuyum. Tiyatroyla ilişkim lise yıllarında bir merakla içine dahil olduğum okul kulübüyle başladı. Sonrasında üniversitede de devam edip tiyatro topluluğunda geçirdiğim yıllar ve edindiğim deneyimlerden sonra kendimi sadece tiyatro yapar ve yapmak ister bir halde buldum. Birçok oyunun sahne arkası süreçlerine dahil olmuş olsam da katıldığım tüm eğitimler ve atölyelerdeki deneyimlerim oyunculuk üzerineydi. Bir diğer tarafta Sarı Sandalye'de oyuncuyum ve ilk yılından beri Istanbul Fringe Festival ekibindeyim. Yönetmenlik benim için şu an çok yeni, çok da heyecanlıyım bu yüzden. PSM Atölye ise ilk senesinden beri takip ettiğim, önceki senelerde katılan arkadaşlarımdan deneyimlerini dinledikçe heyecanlandığım bir alandı benim için. Üçüncü senesinde yer aldığım için çok mutluyum. Başvurmam konusunda destek olan mezun arkadaşlarıma da buradan tekrar teşekkür etmiş olayım :)

Kısık Ateşte Düdüklü Tencere ile ilk tanıştığında neler hissettin? Bir yönetmen olarak hayal ettiğin ilk şey ne oldu?

Kısık Ateşte Düdüklü Tencere ile ilk tanışmam aslında o henüz neredeyse sadece bir fikirken oldu. Bu bence atölye sürecinin en güzel kısımlarından biriydi. Emir'in kafasındakileri anlatışını dinlerken onunla birlikte hayal edebildiğimi fark ettiğim anı hatırlıyorum. Bir mutfak hikayesi olmasına heyecanlanmış ve mutfağın hareketinin/kaosunun/disiplininin çok güzel bir araştırma alanı olabileceğine inanmıştım en temelde. Metni de ilk okuduğumda gerçekten etkilendiğimi hatırlıyorum. Özellikle metindeki derdi Emir'in ele alış şekli hikayeyle ve ana karakterle kurduğum empatiyi güçlendirdi diyebilirim. Bir de tabi hareket eden tezgahlarımız. Metni konuşmaya başladığımız ilk andan itibaren gözümün önünde canlanan tek şeydi. Birçok şeyi de aslında o tezgahların hayali üzerinden kurduk. Şu an gerçekleştiğini görmek harika!

PSM Atölye’den mezun biri olarak, ilk profesyonel yönetmenlik deneyimini Zorlu PSM’de gerçekleştirmek senin için nasıl bir anlam taşıyor?

Rüya gibi geliyor. Bence hala oyunu çıkarma stresinden (güzel bir stresten bahsediyorum tabi) işin bu tarafının çok da farkında değilim. Çok mutlu ve şanslı hissediyorum. Birçok şeye iyi ki diyorum. Oyunun doğduğu yerde büyümesi ve birçok ilke alan açması da olan biteni daha duygusal yapıyor tabi. Umarım bu noktada atölyeden çıkan daha fazla oyunu Zorlu PSM'de görmeye devam ederiz.

Sahnede ve sahne arkasında çeşitli tecrübelerin olduğunu biliyoruz. Kısık Ateşte Düdüklü Tencere ilk yönetmenlik deneyimindi. Provalar sırasında seni en çok zorlayan ya da heyecanlandıran anlar nelerdi?

Sıkça "deli işiymiş" dediğimi hatırlıyorum ama o kadar güzel bir ekiple bu deliliğe atladım ki heyecanlandıran anlar zorlayan anlardan daha fazlaydı. Çok şanslıydım çünkü ilk işimde etrafım çok yetenekli insanlarla doluydu. Zorlayan şeyler tabi ki oldu ama o noktada size güvenen, işi sizinle birlikte sahiplenen insanlar olduğunda her şey kolaylaşıyor. Birçok şeyi ilk kez tecrübe ediyor olmak sürecin her anını öğretici kıldı benim için. Provalarda kaybolduğum ya da kafamdaki şeyleri bir türlü aktaramadığımı hissettiğim, tıkandığım anlar çok oldu tabi, hatta sanırım en zorlandığım anlar bu anlardı. Ama sürecin tamamı başlı başına heyecan doluydu. Her şeyin bir şekilde yoluna girdiğini görmek, içinden çıkamadığım sahnelerin bir anda yolunu bulması, ekipten gelen oyunda kendine yer bulan her şey, tüm ekibin gözünde aynı duyguyu gördüğüm anlar... Böyle uzar gider sanırım bu liste.

Oyunu ilk olarak PSM Atölye eğitimlerinin sonunda Kısalar adı altında 30 dakikalık halini sahneye taşımıştın. Oyunun kısa oyun formatından profesyonel bir prodüksiyona dönüşmesi sürecinde yönetmen olarak nasıl bir adaptasyon süreci yaşadın?

Tahmin ettiğimden daha zor oldu aslında ama çok güzel bir deneyimdi. Oyunun kısa versiyonunda 30 dakikalık bir matematik ve tempo vardı, uzadığında bunun kaybolmasından korkuyordum. Uzayan metinle birlikte gelen yeni şeyleri kabul etmek ve kısadan kalanları yıkmak zordu. Yani aslında kendime sürekli bunun yeni bir oyun olduğunu hatırlatmak zorunda kaldım. Ki bence sıfırdan yeni bir oyun yapmak daha kolay olabilirdi :) Sanırım adaptasyon sürecinde en çok bu kısımlarla uğraştım kafamın içinde. Bir diğer taraftan da sahne ve ışık tasarımında kısada hayal edip yapamadığımız şeyleri yapmış olmanın gururunu da yaşıyorum. Şahane bir tasarım ekibimiz vardı kısadan beri. Oyun uzadığında ilk işimiz yarım kalan ya da yapamadığımız/yetiştiremediğimiz ne varsa onları yapmak oldu. Günün sonunda prömiyerde gördüğümüz manzara da hepimizi çok mutlu etti.

Kısık Ateşte Düdüklü Tencere prömiyerini %100 Studio’da kapalı gişe gerçekleştirdi. Prömiyer sonrasında çok fazla tebrik aldığını düşünüyorum. Senin için en duygusal ya da seni en çok etkileyen yorum hangisiydi?

Öncelikle prömiyere olan ilginin ve oyuna olan bu desteğin benim için çok değerli olduğunu söyleyebilirim. Tek bir yorum üzerinden örnek veremeyeceğim ama genel olarak işine hayran olduğum insanlardan, hocalarımdan aldığım tüm geridönüşler beni çok mutlu etti. Bir de aslında ekip içi yorumlaşmayı çok seviyorum. Ben de ekipten yorum almaya çalışıyorum olabildiğince. En duygusalı o oluyor sanırım. Birbirimize bakıp "iyi ki yaptık" diyebilmek, ekibin yüzünde o gülümsemeyi görmek çok güzel.

Tiyatroyu yakından takip eden izleyiciler çeşitli sahnelerde izledikleri farklı farklı yönetmenlerini oyunlarını bir süre sonra gerek ışık, dekor gerekse yönetmenlerin kendi imzaları niteliğindeki sahnelemelerle fark edebiliyor. İrem Kalaycıoğlu olarak sahnelediğin ilk oyun olan Kısık Ateşte Düdüklü Tencere’de böyle bir farklılık yaratmayı amaçladın mı?

Açıkçası böyle bir farklılık yaratmayı amaçlayarak başlamadım. İlk işim olduğundan sanırım bunu söylemek için erken. Atölyeye başlarken de aslında beni iten en büyük şey meraktı. Çünkü ben de gerçekten merak ediyordum ne yapacağımı, bu zamana kadar oyuncu olarak biriktirdiklerimden yönetmen tarafına neyin ne kadar geçeceğini. Ama günün sonunda her yönetmenin işinin de bu yüzden tek olduğunu düşünüyorum, herkes biriktirdiğini ortaya döküyor.

Zorlu PSM’nin tiyatroda yeni yönetmenlere ve yaratıcı ekiplere alan açmasını sektör açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok seviniyorum. Bunun bir parçası olduğum için de çok mutluyum. Atölyenin hem eğitim hem üretim konusundaki varlığının, ekiplerin/kişilerin kendilerine alan bulmakta böylesine zorlandığı bir dönemde çok kıymetli olduğunu ve bu sayede sektörde zaten iş yapan çok yetenekli insanların daha da görünür olabildiklerini düşünüyorum. Atölyeden çıkıp devam eden çok oyun oldu, hepsi de çok güzel işler. Bu alanlar arttıkça daha fazla güzel iş ve metin göreceğimize hiç şüphem yok.

Prömiyere katılanlar bilir Sahnedeki düdüklü tencerenin senin için özel bir anlamı var. Onu biraz senden dinleyelim?

Sahnedeki düdüklü tencere annemin mutfağından. Çocukluk anılarımda olan ve içinden yıllarca annemin yemeğini yediğim bir tencere yani. Bu durumdan annem pek mutlu değil ama ben tencerenin sahnedeki sihrine inanıyorum. Oyunun uzayacağını haber verdiğimde ilk tepkisi "Yani düdüklü bir sene boyunca yok mu?" oldu :) Seçtiğim yollarda bana hep çok destek olmuş biri annem, yönettiğim ilk oyunda sahnenin ortasında ondan bir şey olması tesadüfmüş gibi gelmiyor bana özetle. Böyle şeylere anlam yüklemeyi seviyorum :)

Gelecek planların neler?

Atölyeyle birlikte aslında yönetmenlik gibi yepyeni bir kapı aralandı hayatımda. Açıkçası bu kadar keyif alacağımı düşünerek başlamamıştım. Bir yandan oyunculuğa devam ederken kendimi bu tarafta nasıl geliştirebilirim diye düşünmeye başladım ve bu da çok heyecan verici geliyor. Aslında her şeyi biraz yolda buluyorum, yani gelecek planlarımı şu an için ben de merak ediyorum :)

BUNLAR DA İLGİNİ ÇEKEBİLİR