TÜRK EDEBİYATININ EN ÖNEMLİ İSİMLERİNİN MÖSYÖ LAMBO'NUN MEKANINDA BULUŞMASI: GÜZEL SON

Ellili yılların başındayız. Halim Şefik Güzelson arkadaşları Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Sait Faik Abasıyanık ve Nurullah Ataç’ı 6-7 kişinin güçbela sığabileceği, Nevizade Sokak Numara:13 adresinde bulunan Mösyö Lambo’nun Meyhanesi’ne imzalı bir davetiye ile davet eder. Halim Şefik Güzelson’un imzalı davetiyelerinin arkasında yazan “Lütfen İçmeden Geliniz!” notu, davetlileri meraklandırır. Davete icabet eden Türk edebiyatının önde gelen isimleri, uğrak mekanları olan sanat aşığı Mösyö Lambo’nun Meyhanesi’nde bir araya gelirler. Gizemli bir davetiyeyle başlayan bu gece, edebiyat dünyasının unutulmaz anılarından birine dönüşür. Bu özel buluşmanın ev sahibi ise ünlü yazar Halim Şefik Güzelson’dur. Şans eseri Suat Derviş'in de meyhaneye uğraması geceyi ayrı güzel kılar. Tümü aynı masada oturur ve masadaki yazarların güçlü kalemleri ve derin düşünceleri, birbirleriyle yaptıkları diyaloglarla buluşur. Edebi şölen masasına dönen ortamda unutulmaz bir akşam geçer. İşte biz de tam olarak bu masaya konuk olacağız Güzel Son ile. Sezon boyunca %100 Studio sahnesinde masada bir yer de bize ayrıldı.

Türk edebiyatının en önemli isimlerini bir araya getiren Mösyö Lambo’nun efsanevi meyhanesi, "Güzel Son" oyunuyla yeniden canlanıyor. Orhan Veli, Sait Faik, Melih Cevdet, Nurullah Ataç ve Halim Şefik Güzelson gibi ünlü edebiyatçılar, bu kez sahnede, samimi ve edebi bir sohbet masasında buluşuyor. %100 Studio’da sergilenecek bu oyunda, izleyiciler sadece bir tiyatro oyunu izlemeyecek, aynı zamanda edebiyat tarihinin unutulmaz bir gecesine tanıklık edecekler.

Mösyö Lambo, Halim Şefik Güzelson’a sorar:

Sizce bir yazarın edebi kimliğini şekillendiren en önemli etken nedir acaba?

Kısaca her şey diyebilirim Lambo. Çocukluğumuz, ailemiz, eğitimimiz, tecrübelerimiz... Hepimizin dertleri, kaygıları, hayalleri bambaşka. Edebiyat bizim için bunları diğer insanlara aktarma aracı. Bu aracı kullanma şeklimizi ise o zamana kadar bizi biz yapan ne varsa o belirliyor. Geçmiş yaşam tecrübelerimizin kesişim kümesinde edebi kimliğimizi buluyoruz. Soyut olan o sıcacık duyguları, düşünceleri bir kağıt üzerindeki yalnızca mürekkepten oluşan kuru harflere, kelimelere, cümlelere yükleyip okuyucuya nasıl hissettirebiliyorsak o da bizim edebi dilimiz oluyor.

Halim Şefik Güzelson, Mösyö Lambo’ya sorar:

Peki, siz meyhanenizde sürekli bu kadar önemli edebiyatçıyı ağırlamanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eh, mekana alaylılar akademisi denilmesi de bu yüzden zaten. Burayı bu kadar değerli edebiyatçının uğrak yeri yapan biraz da Orhan’dır. O buranın müdavimi olmasaydı belki diğerleri de olmazdı. Orhan’ın mektup adresi burasıdır mesela. Yani bunun için özel bir şey yapmadım ben. Samimiyet, içtenlik ve mekanın sıcaklığı sizin gibi üstatları buraya çekmiş de olabilir. Bir de belki mezelerim.

Mösyö Lambo, Sait’e sorar:

Sait, “Yalnız burda varlığımdan kuşku duymam” diyorsun ya hani. Keyfin burada tam yerinde değil mi? Sevgili arkadaşlarımız da masamızda... Ne düşünüyorsun?

Nazımın, sözümün, sessizliğimin geçtiği dost meclisinde bana hem kendi kendi kendimeymişim hem de ömrüm boyunca yalnız değilmişim gibi hissettiren arkadaşlarımla olmak içimi ısıtıyor. Keyfim bir hayli yerinde. Yağmurda sığınacak bir çatı bulmuş kedi gibiyim.

Sait, Mösyö Lambo’ya sorar:

Mösyö Lambo! Comment ailez vous? Nerede şu beyit yazdırdığın içi yazı, şiir, resim dolu veresiye defteri? Getir de önce defteri masaya koyup okuyayım sonra cevabımı da ona yazayım.

Je vais bien, merci Sait. Ah keşke Sait. Ama işte yok, arıyorum arıyorum bulamıyorum. Oysa ne değerli bir defterdi o... Sayenizde...

Suat Derviş, Orhan Veli Kanık’a sorar:

Şiirlerinde sıradan bir insanın hayatını ve gündelik olayları anlatırken mizahı ve ironi unsurlarını nasıl kullanıyorsun? Bunu yaparken hangi duygularını ve düşüncelerini ön planda tutuyorsun? Müdavimi olduğun bu meyhanenin de etkisi var mı hiç?

Mizah, halk edebiyatının en önemli unsurudur belki de. Taşlamalarda bunu açıkça görürüz ama ne yazık ki divan edebiyatıyla beraber yalnızca üst zümrenin kavrayabileceği bir sanat formuna dönüşmüştü. Bizden önce, Tanzimatçılar şiiri sokağa döndürmek için dilde sadeleşmeye gittiler. Sadeleştikçe zenginleşti şiirler. Çünkü günlük yaşam her ne kadar acılarla doluysa da bir o kadar da mutluluklarla, kahkahalarla doluydu. Fildişi kulelerinden yapılan gözlemler sonucu yazılmadı bizim şiirlerimiz. Beyoğlu’nun arka sokaklarında, boğaza bakan manzaralarda, Adalar’da-Moda’larda, sokakta yazıldı. Bir de Lambo’nun meyhanesinde elbette…

Orhan Veli Kanık, Sait’e sorar:

Öykülerinde İstanbul’un sokaklarını ve insanlarını anlatırken nasıl bir gözlem süreci izliyorsun? İstanbul’un farklı yüzlerini öykülerinde nasıl yansıtıyorsun?

Yaşamayı şans ve fırsat biliyorum. İçimde insanları dinlemenin izlemenin yarattığı heyecan ve merakla dolaşıyorum neredeysem oranın sokaklarında günün hangi saati canım isterse. Sonra düşünecek, yazıya dökülecek bir an geliyor buna engel olamıyorum. Yazmak için değil yaşamak için çıkıyorum sokaklara. (Bazen yıkık duvarları çamurla kapatılmış, çatısı tenekeden evden gelen alkış ve kahkaha seslerine dalıyorum bazen Beyoğlu'nda elleri cebinde başı önde yürüyen biri oluveriyorum.) Sokaklar; umutlu gözlerden, varsıl insanlardan, yalnızlardan, sevgililerden, işçilerden, köylülerden, şehirlilerden, aç-tok hayvanlardan geçilmiyor. Onları hayal etmek, onlarla sohbet etmek bana çeşitliliği, İstanbul'u, Haydarpaşa'da Türkiye'yi getiriyor ben de pek uğraşmadan hayallerimi, yaşadıklarımı, insanın tüm gerçekliğini, yansıtmaya çalışıyorum.

Sait, Nurullah Ataç'a sorar:

Denemelerinde ve eleştirilerinde hangi kriterlere önem veriyorsun? Edebiyat eleştirisinde objektiflik ne kadar önemlidir sence? Edebiyat eleştirisi yaptığın edebi eserler üzerindeki etkini nasıl buluyorsun?

Deneme ve eleştirilerimde, yapıcı bir şüpheciliğe her zaman dikkat çekmek isterim. Bilimin ışığında rasyonel, zamanın şartlarına uygun sosyopolitik yapıyı koruyarak, eleştirilerimi yaparım. Denemelerim günlük yaşamın sıkıntıları, insanın sorgulamaları, doğa ile olan ilişkisi üzerine olmuştur her zaman.

Benim denemelerim ve eleştirilerim, insanın gizini ortaya çıkarmak, her bir canlıyla ve nesneyle kurduğu bağı ortaya çıkarmaktır.

Hal böyle olunca, bazen sivri dilim insanları sinirlendirse de, doğruları söylemeyi her zaman görev edinmişimdir.

Gençlerin önünü açmayı, yenilikçi düşünceleri desteklemeyi her zaman doğru bulmuşumdur. Bilim ve akıl; bizlerin her zaman daha aydınlık, daha umutlu, daha kararlı bir dünyada yaşamamızı sağlar.

Nurullah Ataç, Melih Cevdet Anday'a sorar:

Şiirlerindeki sembolik ve metaforik dilin kaynağı nedir? Bu dili nasıl geliştirdin?

Şiirlerimdeki sembolik ve metaforik dil, hem içsel bir yolculuğun hem de dış dünyayı algılayışımın bir yansımasıdır. Günlük hayatın sıradan olayları, gözlemlerim ve kişisel deneyimlerim, bu dili şekillendirmede önemli rol oynar. İnsanın doğayla, toplumla ve kendisiyle olan ilişkisi, şiirlerimin temel konularındandır.

Metaforlar ve semboller, bu ilişkileri daha soyut ve derinlemesine ifade etmemi sağlar. Mesela, bir ağaç sadece bir ağaç değil; aynı zamanda insanın kökleri, geçmişi ve geleceği ile bağlantısını simgeler. Bir nehir, hayatın akışını, değişimi ve sürekliliği temsil edebilir. Bu imgeler, okurun zihninde yeni çağrışımlar ve anlam katmanları yaratır.

Bu dili geliştirirken, sadece kendi duygu ve düşüncelerime değil, aynı zamanda dünya edebiyatına, felsefeye ve sanata da büyük önem verdim. Aynı zamanda, bilimsel ve felsefi okumalarım da metaforik ve sembolik anlatımımı zenginleştirdi.

Yazarken, bilinçli bir şekilde gündelik dilin sınırlarını zorlamaya, sıradan olanı olağanüstü bir şekilde ifade etmeye çalıştım. Şiir, dilin en saf ve yoğun hali olduğundan, her kelimenin ve imgenin büyük bir dikkatle seçilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle, sembolik ve metaforik dil, şiirlerimde sadece estetik bir araç değil, aynı zamanda derin bir anlam arayışının ifadesidir.

Melih Cevdet Anday, Suat Derviş'e sorar:

Edebi eserlerinizde ve gazetecilik yazılarınızda kadın karakterlerinizi yaratırken hangi toplumsal ve psikolojik öğeleri dikkate alıyorsun?

Eserlerimde ve yazılarımda, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne evrilen radikal bir toplumsal değişim sürecinde, kadınların toplumsal cinsiyet rolleri; aile içindeki ilişkileri, konumları ve çatışmaları; kimlik arayışları; kadın dayanışması ve toplumsal normlara karşı direnişleri; geleneksel değerlerle modern yaşam arasındaki sıkışıklıkları ele alınan başlıca konulardır. Bütün bunlar bir kadının psikolojisini pek tabi derinden etkiler ve okurlar bu psikolojik süreçlere de şahit olurlar. Kimi kadın bu çatışmalarda çözümlere ulaşır, gelişir, dönüşür; kimi ise ulaşamaz, kaldıramaz, çözemez…

Mösyö Lambo, Orhan Veli Kanık'a sorar:

Şiirlerinde günlük dili kullanma tercihin nereden geliyor?

Fransız şiirinden ve saklamak boşuna olacağı için açıkça söyleyeyim; Nazım’dan çok etkilendim. Aynı zamanda öykülerin şairi dediğim çok kıymetli yakın arkadaşım Sait’ten. Eh, ben de onları etkilemişimdir herhalde ucundan kıyısından da olsa. Zaten bu bir etkileşim, paylaşım meselesi değil mi?

BUNLAR DA İLGİNİ ÇEKEBİLİR