Elvin ve Erdal Beşikçioğlu’nun uyarlayıp yönettiği, Anthony Burgess’in kült romanı “Otomatik Portakal”, Tatbikat Sahnesi’nin yeni eseri olarak seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor. Türkiye’nin ilk senfonik rap müzikalinde Şanışer, Sokrat St, Ados, Kamufle, Redo ve Müjde Kızılkan gibi rap ve alternatif pop müzik sanatçılarına 18 kişilik bir koro eşlik ediyor. Ünlü müzisyenler, oyunculuk ve dans performanslarının yanında ‘'Otomatik Portakal' için besteledikleri yeni şarkılarını da ilk kez tiyatro sahnesinden seslendirmiş oluyor. İlk günden prömiyere kadar oyunun tüm hazırlık sürecinin belgeselini hazırlayıp çeken Bora Tekay, Erdal Beşikçioğlu’na oyuna ve Tatbikat Sahnesi’ne dair merak edebileceklerimizi sordu.
Tatbikat Sahnesi’nin kısaca kuruluş sebebini ve hikayesini anlatır mısın? Tatbikat Sahnesi, konservatuar kurulduktan sonra, ilk mezunların kurduğu bir öğrenci topluluğu aslında. Carl Ebert Devlet Tiyatroları’nı kurduktan sonra Tatbikat Sahnesi’ne ihtiyaç kalmadığı düşünülüyor ve lağvediliyor. O dönemde Devlet Tiyatrosu konservatuar eğitiminden gelen öğrencileri aldığı için bir ‘ekol tiyatro’ özelliği taşıyor. Günümüze yaklaştıkça abilerin yavaş yavaş hayatı terk ettiği günlerde artık iş el değiştirmeye başlıyor. Kurulan yüzlerce sanat okulu yüzünden de, kendi içindeki bu ekol durumu yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Bizim de Tatbikat’ı kurarken yola çıkış amacımız Tatbikat Sahnesi’nin özündeki o yeni ruhu yakalamak, sahne tecrübesi edinememiş, konservatuvar mezunu öğrencilere sahne tecrübesi edinebilecekleri bir alan sağlamak. Bu bağlamda da her üç yılda bir seçmelerle 10-15 kişi alarak, Tatbikat Sahnesi’nin kendi içindeki ana kadrosunu oluşturuyoruz. Şimdi Tatbikat Sahnesi’nin içinde kadrolu olarak- özel bir tiyatro olmasına rağmen- oyuncuları ve teknik personeli var. Bu çok zor bir sey tabii ki. Devlet ödeneğine veya ödenekli bir tiyatronun imkanlarına sahip değiliz. Asıl hedef sahne üzerindeki o genç enerjinin seyirci ile buluşması, Tatbikat’ın dinamizmini sağlayan yapı bu. Biz bir oyun koymuyoruz sahneye, bir eser oluşturmaya çalışıyoruz ve o eseri tatbik etmeye çalışıyoruz. Anlatım dilini o esere göre arıyoruz. Biraz bu yolda çalışıyoruz. Bazen yaptığımız işler seyirci ile buluşuyor, bazen de buluşmuyor ama önemli olan mevzuyu tatbik etmek.
Otomatik Portakal’a gelirsek, nasıl ortaya çıktı?
O enteresan bir iş. Ben zaman-mekan kavramına, insan-zaman ilişkisine, karşılaşmalara ve doğada hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inanıyorum. Bu genç arkadaşlar rap dünyasından bir albüm hazırlamak istediler. Albümün adını Tirat koymuşlar. Benden de Shakespeare’den bir tirat okumamı istediler. fakat ben hiçbirini tanımıyorum o yüzden pek sıcak bakmadım, ne yapabilirim ki? Bu dünyadaki çocukların kafası başka bir kafa derken... Yapılan işlerden bir iki tane gönderin, dinleyeyim dedim. Asıl odak ne, ana fikir ne ve protest tavrı ne? Dinlediklerim içerisinde Sarp’ın bir parçası vardı. Adını tam hatırlamıyorum ama Sarp’ın yaptığı “Susamam” albümü ile bu çocuk fena değil diye mimleştim kendisini. Şair ve protest ruhunu şahane bir şekilde aktarıyor diye kenara kaydetmiştim. Öyle çok fazla şey paylaşmam sosyal medyada ama onu paylaşmıştım o dönem. Sonra dinledik, ve ben Atinalı Timon’dan bir parça söyledim, çocuklar onun üzerine müzik yaptılar. Ben de Sarp’ı biraz araştırmaya başladım. Bu süreçte, karşıma bir albüm çıktı. Albümün adı Ludovico. Kendisine Ludovico’nun ne olduğunu sordum. Sarp da Otomatik Portakal’ı çok sevdiğini ve o dönemde onu çok etkilemiş olduğunu söyledi. İçinden geçenleri kitaptan çıkartarak böyle bir albüm yaptığını söyledi. Enteresan buldum. Otomatik Portakal’ı sahnelesek oynar mısın? dedim. “Nasıl olacak?” diye sorduğunda, senden olanı kullanmak istiyorum, özü aynı kalacak dedim. Onların dönemine bakıyorum da anadolu lisesinde başlayan bir öğretim hayatının, bir anda imam hatip lisesine döndüğü bir eğitim sisteminin mezunları oldular. Kendi içlerindeki kavga müziklerine, tavırlarına ve sözlerine yansıyor. Ben o dönemi alıp evrensel olanla birleştirmek istedim. Bu yaklaşım onun da hoşuna gitti. Sonra oturduk provalara başladık. Tatbik ediyoruz yani.
Künyesinin kabaca üstünden geçersek, kimler var?
Sarp, Şanışer kod adı. Enteresandır, o yaş grubunda bu çocuklar kendilerine kod adı bulmuşlar. Adem var, Ados. Samet var, Sokrat St. Basri var, Kamufle. Burak var Redo. Müjde Kızılkan ile yeniden çalışacağız. Onunla daha önce Woyzeck Müzikali’nde çalışmıştık, çok güçlü bir sesi olduğuna inanıyorum. Bir de bizim konservatuarın son sınıf öğrencileri var. Lemi Hocanın, bizim hocamızın, ekolun konservatuarda kalan son hocasının son sınıfı aslında.
Başka oyuncular da işin içinde var galiba...
Tatbikat Sahnesi’nin kendi oyuncuları da var. Fatih Sönmez var. Selin Tekman yönetmen yardımcısı olarak var. Yani profesyonel bir oyuncu kadrosu ve solistlerle beraber bir hikaye anlatacağız.
Teknik bir soru ile devam edersek, nasıl bir produksiyon düşünüyorsun? Zorlu PSM’de oynayacak olması nasıl bir şey senin için? Biraz oraya göre tasarlanıyor sanırım...
Biraz öyle. Kadro çok kalabalık, neredeyse 30-35 kişiyi içinde barındırıyor anlatmak istediğimiz hikaye. Dekorumuzu Barış Dinçel yapacak. Aslında Barış ile kitabı incelediğimiz zaman, “boğazımıza kadar boka battığımız bir dünyanın içerisindeyiz” ana fikrinden yola çıkarak, herkesin elinden seçme hakkının alındığı, birçok şeyin dikte edildiği bir yapıyı anlatmaya çalışacağız bu kurduğumuz lağımda. 3 tane kocaman lağım çukurumuz var ve bütün hikaye bu lağım çukurlarında geçiyor.
Oyuna gelirsek kitabı var, filmi var ve ikisi karşılaştırılıyor. Fakat sen bambaşka bir şey yapmayı düşünüyorsun.
Bizimki daha başka tabii. Bizim kültürümüzden çıkan bir şey olması gerekiyor. Eser evrensel tabii ki, kodları da evrensel. Bence en önemli cümlesi ‘’Bir insanın elinden seçme hakkını aldığın zaman, o insan nasıl bir yaratığa dönüşür’’. Asıl hedef bu tabii ki. Bugünlerde içinde bulunduğumuz yapı biraz bizi buna sürüklüyor, dünyanın kendi üzerindeki mali baskısı, bizim yaşamsal durumlarımızı fazlasıyla etkiliyor. O yüzden bizim elimizden seçme hakkını bir şekilde alıyorlar ve tek tip bir yaşam biçimine sıkışmak zorunda kalıyorsun. Bunu göz ardı edemezdik. Tiyatro olarak altını çizmek istedik.
Çok tartışılan bir konusu olan film daha çok şiddete övgü gibi yorumlanır. Aslında kitapta karakter bir dönüşüm yaşar. Aslında yine özgür iradesi ile yine tırnak içinde iyi biri olmayı seçer.
Evet, ama nasıl iyi biri olmayı seçtiği de çok önemli. Giriş cümlesidir aslında Alex’in “Siz ne dinsel olarak, ne siyaset olarak, ne de bilim olarak bize hayatımızı nasıl yönlendireceğimizin alternatiflerini sunmadınız. Biz de kendi alternatiflerimizi oluşturarak şiddete yöneldik.” Aslında “şiddet, güzele olan övgümüzdür” der. Bu onun ana fikridir, 16 yaşında. Daha sonra 16 yaşında işlediği bir cinayet yüzünden içeriye girer, içeride din ve cemaat örgütlenmesi ile karşılaşır ve burdan sıkılarak bilime bir denek olur aslında. O deney sonunda da aslında sistemin arzu ettiği insan modeli yaratılır. Ama Alex bu modele de karşı çıkar. O karşı çıkışı da zaten, mutlu bir son değildir. Seyircilere ve onun hayatını seyreden insanlara bir ders niteliğindedir metin. Biz sadece “şiddete övgümüzdür” ana fikrini alırsak, burada hata yaparız. Filmde benim çok beğenmediğim bir tarafıydı o hikayenin. Seçme hakkının elinden alınmasının altı çizilseydi eğer, bence çok daha keyifli olabilirdi. O zamanlar yapılmış, o estetikle yapılmış. Şimdi biz başka türlü okuyacağız bu metni.
Bir diğer değişik şey, şu anda yaptığımız belgesel. Oyuncu olmak isteyenlere veya müzikalle, tiyatro ile ilgilenenlere bir yol mu açacak? Amacımız ne?
Amacımız burada, inanç meselesi yani inanmak. İnanmak sadece dinlere karşı, görülmeyen şeylere karşı bir inanç değil. Bir insanın hayal kurduğu dünyaya inanması ve o yolda yürümesi de bir maceradır. Genç çocuklarla beraber, mesleklerindeki ilk profesyonel deneyime tanık olarak onların bu maceradaki hikayelerini anlatmak istedik. Zaman olarak çok zor bir zaman tabii tiyatrolar için. Ama bu tiyatrolarda da hala nefes alan bir yapı olması gerektiğini anlatmak istedik. Bir taraftan da izlenilen bir eserin, kendi içerisindeki yapım sürecinin ne kadar sancılı geçtiğinin seyirci tarafından bir şekilde algılanması gerekiyordu. Bunun için de kameralar peşimize düştü.
Başka bir sanat dalında ustalaşmış, örneğin Sarp gibi solistlerin tiyatroda var olma süreçlerini görmek de ilgimizi çekecek...
Zaten Tatbikat’ın en büyük amaçlarından bir tanesi, farklı sanat disiplinlerinin tek bir yapıda yoğurulması, mutlak uyum içerisinde hareket etmesi.
Bir yandan Behzat Ç. devam ediyor. Çekimleri için şu anda Ankara’dayız. Bitecek ve devam edeceğiz ve daha çok yoğunlaşacağız oyuna. Şu anda zaten koreografi çalışmaları devam ediyor. Bu nasıl işliyor? Seni farklı bir fizikte görüyoruz şu an, sonra o da değişecek...
Bilmiyorum yani, göreceğiz. Çocukların üzerinde bir etkisi var herhalde. Biraz terdirginler, Behzat Ç. ile karşılaştırınca bir tuhaf oluyorlar. Bakalım Ağustos’taki provalar nasıl geçecek? Bu karakterden çıkmış olacağım. . Hem bir taraftan diziyi çekmek, ki zaten yeni bir dizi değil, her şeye hakim olduğumuz bir kadroyla çekiyoruz, çok fazla yormuyor. Hikaye de bu sezon çok güzel ama bir taraftan da boş zamanımız olduğunda değerlendirebilmek de çok keyifli oluyor. Belli bir yaşın üstündeki bir oyuncunun hala enerjisini muhafaza eden genç oyuncuları gördüğü zaman, o enerjinin bir parçası olması benim hoşuma gidiyor açıkçası. İnsanı yaşlandırmayan bir dünya kuruyor içinde. Bu da Tatbikat’ın ana yapısını oluşturuyor. Otomatik Portakal 28 Eylül'de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde!