ÖDÜLLÜ YÖNETMEN EMİN ALPER İLE "ÖTEKİ"NİN ARDINDAKİ HİKAYE

Türk sinemasının öne çıkan isimlerinden biri olarak bilinen ödüllü senarist ve yönetmen Emin Alper ile ilk tiyatro oyunu ‘Öteki’ hakkında bir röportaj yaptık. Emin Alper, bu kez sinema ile tiyatro arasında köprü kurarak, Rus yazar Fyodor Dostoyevski’nin aynı adlı eserinden uyarladığı ilk tiyatro oyunu "Öteki" ile karşımıza çıkıyor. Turkcell Platinum Sahnesi’nde sergilenen bu oyun, Emin Alper'in sinematografik bakış açısını tiyatro sahnesine taşıyan bir yapıma dönüşüyor.

Bu önemli dönemeçte, Emin Alper ile bir araya gelerek "Öteki"yi konuştuk. İlk tiyatro deneyimi, eserin seçimi ve tiyatro ile sinema arasındaki geçişin ardındaki duyguları keşfetmeye çalıştık.

Öncelikle tebrik ederiz. İlk tiyatro oyununuzla izleyici karşısındasınız. Tiyatro oyunu yönetmek nasıl bir histi? Tiyatro ile sinema arasındaki geçiş nasıl bir deneyimdi sizin için?

Tiyatro sinemaya göre çok daha oyuncu merkezli bir sanat. Sinemada tiyatroya göre elinizde daha fazla araç var. Ancak bu araçları aynı anda yönetmenin getirdiği büyük zorluklar da var. Tiyatroda ise eninde sonunda metinle ve oyuncularla baş başasınız. Elbette ki sahne tasarımı, ışık gibi şeyler tiyatroda da çok mühim ama bunların hiçbiri oyunculuğun ve metnin önüne geçecek güçte değil. Benim için en mühim deneyim oyuncularla geçirdiğim iki yoğun aydı. Sinemada en kısa sürede bir sahnede bir oyuncudan alabileceğinizi alır ve gerisini kurguya bırakırsınız. Oysa tiyatroda baştan sona bir metni oyuncularla sürekli, tempoyu düşürmeden canlı tutmak, yaşatmak zorundasınız.

Oyunu izleyenlerden nasıl tepkiler aldınız?

Gayet olumlu tepkiler aldık. Hem sinemacı arkadaşlarımdan, hem de tiyatro izleyicisi ve yazarlarından ve de oyuncu arkadaşlarımızdan aldığımız tepkiler çok cesaret vericiydi.

Tecrübeli bir ekiple çalıştınız, oyuncu kadrosu nasıl oluştu ve ekipten beklentileriniz nelerdi?

Oyuncu kadrosu çok kolay oluştu. Kafamızda isimler hemen belirdi aslında. Yapımcımız Nisan Ceren Özerten’in çok değerli önerileri oldu. Ben her zamanki cast direktörüm Ezgi Baltaş’ın da fikirlerini aldım. Metni götürdüğümüzde oyuncularımız da heyecanlandı ve derhal bu sürecin parçası olmak istediler. Onun ötesi disiplinli bir şekilde prova yapmaktı.

Tiyatro sahnesinde izleyiciden anında tepki almak ve tepkileri daha iyi gözlemleyebilmek mümkün. Bu durum sizin için ne ifade ediyor?

Aslında belli bir açıdan sinemadan farkı yok. Ben filmlerimin prömiyerlerini hep izlemeye çalışırım. Şimdiye kadar örneğin İstanbul, Antalya, Ankara gibi şehirlerde filmlerimin prömiyerlerine katıldım ve oldukça dolu salonlarda seyirciyle birlikte izledim. Onların canlı tepkilerine tanık oldum. Tabi ondan sonra onlarca farklı sinema salonuna gidiyor filmler, ama ilk sıcak tepkileri hep takip ettim. Tiyatroda da ilk gösterimlere katıldım; fakat bundan sonraki gösterimlere katılabileceğimi sanmıyorum. Yine belki farklı şehirlerdeki turnelerde ya da yeni salonlarda seyirciyle izlerim diye düşünüyorum.

Bir kemik izleyici kitleniz oluştu; ilk kez yönettiğiniz tiyatro oyununuzda, izleyici kitlenizi şaşırtacak neler bekliyor?

Oyunun mizah yönünün baskın olması bazı seyircileri şaşırtabilir. Hele hele Dostoyevski gibi bir yazardan zaman zaman absürt yönü ağır basan bir komedi çıkması kimileri için beklenmedik olacaktır diye tahmin ediyorum.

Bu projeye nasıl başladınız ve neden Dostoyevski'nin "Öteki" eserini seçtiniz?

Gogolyen kara mizah geleneğine büyük bir sevgi besliyorum. Dostoyevski’nin bu novellası da yer yer Gotik unsurlar barındırsa da bu geleneğin uzantısında yer alıyor bence. Hem buradaki gizli mizahı ortaya çıkarmak hem de “benzerlik” fikrinin üzerine gitmek benim için meydan okuyucu ve heyecanlandırıcıydı. Tiyatro sahnesinde ikiz derecesinde benzer karakterler yaratmak hem imkansız ama hem de bu fikrin getirdiği ilginç reji imkanları var. Ben de bu imkanları kullanmak istedim.

‘Öteki’ için özgün bir kara komedi diyebilir miyiz? Siz de oyununuzu bu şekilde mi tanımlıyorsunuz?

Evet, oyunu bir kara komedi olarak tanımlayabilirim. Özgünlüğüne ise seyirci karar verecek. Bir yanıyla güldüren, bir yanıyla da iç burkan, rahatsız eden bir metin olduğunu düşünüyorum.

Son filminiz Kurak Günler’de toplumsal ve politik durumları, memuriyet hayatı ve taşra üzerinden aktarmıştınız; bu oyunda nasıl bir dünyaya adım atacağız?

Bu oyunda kentli beyaz yakalıların dünyasındayız. Romanın kahramanı Rus Bürokrasisi içinde görünmez bir küçük memur. Ben o karakteri günümüzde orta dereceli bir banka memuruna dönüştürdüm. Romanın orijinalindeki karakter üzerindeki toplumsal baskılar bizim dünyamızda daha çok rekabet, kayırmacılık, üstlerine yaltaklanma gibi insan karakterini yıpratan unsurlar şeklini alıyor. Karakterimiz giderek becerileri nedeniyle değil sosyal başarısızlıkları nedeniyle yargılandığını ve giderek değersiz kılındığını hissediyor.

Filmlerinizde de işlediğiniz yabancılaşma, ötekileşme gibi kavramları işleyen bir Dostoyevski eserinin uyarlamasını sunuyorsunuz. Bu eseri seçmenizin bir öyküsü var mı?

Buradaki “ötekilik” fikri filmlerimdekinden daha farklı sanırım. Filmlerimde genelde toplumsal ötekileştirme ve ona eşlik eden düşmanlaştırma süreçleriyle ilgileniyorum. Buradaki öteki ise kişinin kendi kafasında yarattığı bir tür “ideal” ben. Ama idealliği başarılı olması anlamında. Yoksa ironik bir biçimde karakter olarak beş para etmez biri. Kısacası kendisinden çok daha başarılı ama korkunç bir alter-ego yaratıp onun tarafından ezilen bir karakterin hikayesi bu. Ben bu fikri çok heyecan verici buluyorum. İnsanın kendiyle mücadelesi sahip olduğu değerlerle, toplumun önem verdiği değerlerin çatışması daha ilginç ve keskin bir biçimde ifade edilemezdi bence.

Fiziksel aynılık ve zıt karaktere sahip olmak. Bu yadırgatıcı zıtlıkla izleyiciye sorgulatmak istedikleriniz neler?

Bu fikrin benlik algısına dair çok çeşitli açılımları ve çağrışımları var. Kendinize dair en net fikri dışarıdan baktığınızda oluşturursunuz. Karşınıza ikiziniz daha doğrusu aslında siz olan birisi çıkarsa ilk düşündüğünüz herhalde “dışarıdan nasıl görünüyorum” sorusu olur. Kahramanımız da ilk anda karşısına çıkan birinin karakter olarak da kendisine benzediğini düşünüyor. Ve bir müttefik bulduğunu düşünerek seviniyor. Fakat aslında o hayatta olmak istemediği yahut yapamadığı bütün özellikleri barındıran birisi. Bu noktadan sonra ise bir değerler çatışması yaşanmaya başlanıyor. “Beni ben yapan” değerler nelerdir sorusu ön plana çıkıyor ve karakterimiz aslında hepimizin hor gördüğü özelliklere sahip ötekisi tarafından alaşağı ediliyor. Bu durum içinde yaşadığımız, rekabetin baş tacı edildiği kapitalist topluma da keskin bir eleştiri yöneltme fırsatı sunuyor. Karakterimizin korkusu yani ötekinin kendisinin yerine geçerek toplum basamaklarını yükseleceği korkusu, ki bu çok metaforik anlamı olan bir korku, bir anlamda gerçek oluyor.

Sinema ve tiyatro arasındaki bu deneyimden sonra önümüzdeki dönemde neler yapmayı planlıyorsunuz?

Şimdi yeni film projeme odaklanmayı düşünüyorum. Senaryo aşağı yukarı hazır. Filmin finansmanının tamamlanması için çalışıyoruz. Her şey yolunda giderse bu yaz sete girmek istiyoruz.

Son olarak, izleyicilere "Öteki" oyununu izlemeye gelmelerini neden önerirsiniz?

Açıkçası kendimin değil oyunu izlemiş olanların diğerlerine bu oyunu izlemelerini önermesini beklerim. Yoksa yukarıda da özetlemeye çalıştığım gibi benim için bu oyunun heyecan verici çok tarafı var.

BUNLAR DA İLGİNİ ÇEKEBİLİR