HAKAN EMRE ÜNAL İLE AİLE YALANLARI ÜSTÜNE

Peki şimdi ne olacak? Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi?

Nermin Yıldırım’ın ’Bavula Sığmayan’’ adlı öykü kitabından uyarladığı, Hakan Emre Ünal'ın yönettiği, Melisa Sözen, Ülkü Duru ve Müfit Kayacan'ın oynadığı Aile Yalanları Zorlu PSM ve TOY İstanbul’un yapımcılığında 20 Aralık’ta Zorlu PSM’de başlayacak. Provaları sırasında yönetmen Hakan Emre Ünal ile bizi nelerin beklediğini konuştuk.

Çok genel bir soru ile başlayalım? Aile Yalanları nasıl bir oyun?

Ben de çok genel bir cevap ile başlayayım. Aile Yalanları çekirdek bir aile arasındaki iletişimsizliği anlatan, her kesimden insanın rahatlıkla bağ kurabileceği, ana meselesi her zaman geçerliliğini koruyacak bir oyun.

Bir yönetmen olarak sizi bu hikâyeye çeken ne oldu? Aile Yalanları’nın meselesi sizce nedir?

İlk sorudan başlayayım; Yazarının Nermin Yıldırım olması, oyuncularının kuvveti. Kendi adıma da yeni bir deneme yapmak istemem. Çok kolay proje kabul etmiyorum. Ettiğim zaman da daha önce yaptıklarımdan daha farklı, risk alabileceğim çeşitli denemeler yapabileceğim alan bulabilmek istiyorum. Aile Yalanları’nda beni çeken hikâyenin kuvveti ve olabildiğince yalın bir şekilde aile denen -tüm mutlululuklarımızın ve travmalarımızın oluştuğu- yapıyı tüm tarafların bakışından ele alması. Hak verdiğin empati kurduğun kişilerin hikâye boyunca değişmesi.

Ekibi provalardan önce ve sonra PSM koridorlarında görüyoruz. Yüzler hep gülüyor. Nasılsınız?

Neredeyse her gün çalışıyoruz. Uzun ve yorucu geçiyor. Eğleniyoruz da tabii. Ağustos’un 25’inde başladı yüz yüze buluşmalarımız ve 20 Aralık prömiyerimiz olacak. Dört aylık bir sürecin ilk iki ayını geçirmişiz. Her yanımız her ‘hal’imiz Aile Yalanları oldu. İki ay daha bu ‘hal’ devam edecek. Neşemizle, derdimizle ilerliyoruz diyeyim. Zorlu’nun uzun koridorları gibi yolumuz. İlerledikçe yolu, koridorları geçtikçe yolumuz ferahlıyor. Ekip de oyun da büyüyor.

Daha önce Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit oyunu ile edebiyat severleri mutlu etmeyi başarmıştınız. Nermin Yıldırım da çok sevilen güncel bir yazar. Onun metnini sahneye uyarlamak sizde heyecan mı, endişe mi uyandırdı?

Oyun olarak yazılmamış tüm eserlerin onlarca, yüzlerce farklı uyarlaması olabilir. Adı üstünde ‘uyarlama’. Sahnelenmek için yazılmamış bir metni sahneye uyarlıyorsun. Bana büyüleyici geliyor bu. Özünü doğru anlayıp bir yorum da katabilmen gerek. Latife Tekin’in ‘Sevgili Arsız Ölüm’ romanını biz Nezaket ile çok geniş bir zaman diliminde tabir-i caizse romanla yata kalka, deneye yanıla uyarladık. Bir yıla yakın sürdü. Serbest bir uyarlamaydı. Bize dokunduğu yerden Dirmit’in gözünden bütün bir metni sahneye tercüme ettik neticesinde. Romandan çok farklı bir dil ve anlatım biçimi ile ama özü aynı. O özü koruyup, yapıyı dönüştürebilme özgürlüğü çok önemli uyarlayan açısından! Tabii her uyarlamanın kendi içinde farklı bir dinamiği oluyor. Aile Yalanları’nda oyun metnini Nermin Yıldırım kendisi sahneye uyarladı. Biz de onun dilini, üslubunu anlamaya, oyunu o üslup ve dil üzerinden kurmaya çalışıyoruz. Bu bana göre çok daha zor. Ama öğretici de. Uyarlama yapmak yeni bir şey yapmaktan çok daha karmaşık, yorucu ama bir o kadar da keyifli, yaratıcı ve öğretici diyerek bitireyim.

Bir çekirdek aile içindeki, üç farklı karakterin bakış açısından izleyeceğiz oyunu. Anlatı yapısı açısından izleyicileri neler bekliyor?

Çok da keyif bozan detaylar vermeden anlatmaya çalışayım. Her karakterin perspektifinden aynı meseleye bakış olacak. Ne tam olarak anlatı ne tam olarak dramatik yapı ile ilerliyor oyun. Ara bir formu var. Yaşanmış anları, olayları farklı bakışlardan tekrar tekrar izleyeceğiz diyeyim basitçe. Tüm kuvvetli yanlarını bir kenara koyarsak, oyunun alametifarikası bana göre bu.

Oyunda takip edeceğimiz karakterler hakkında bilgi verebilir misiniz? Her birinin bakış açısını özel ve ilginç kılan nedir?

Üç karakter var. Müzeyyen (anne), Kamuran (baba) ve Belgin (kız). Çekirdek ailenin üç üyesi. Her bir karakterin kendi bakışından aynı olayları dinlediğimiz için hiç hak vermeyeceğimizi düşündüğümüz durumları gene hak vermesek de anlayabiliyoruz. Okurken de bence seyirci izlerken de benzer hisler oluşacak. Belgin’in dertleri, arzuları, çok temel istekleri benim yaş grubumun da çok rahat empati kurabileceği anlayabileceği şeyler. Sürükleniyor Belgin hayatla ve ailesiyle kurduğu mücadelede. Müzeyyen ve Kamuran’ın iç dünyasına tanık olabilmek ise bambaşka bir deneyim bence. Hep annemin ve babamın en derinlerde tuttuğu düşünceleri dinlesem neler anlatırlardı acaba diye düşünürüm. Müzeyyen ve Kamuran bize en özel anlarını cömertçe açıyor. Kamuran’ın arsızca yaşama arzusu, Müzeyyen’in de hayatla, Kamuran ve Belginle kurduğu oyunbaz ilişki… Onların yerine kendimi bir anlığına koymak, aile kurumunu onların gözünden dinlemek, kendi arzularına şahit olmak seyirci açısından özel.

Sahne tasarımı, kostüm seçimi ve ışık gibi prodüksiyonun görsel unsurlarına nasıl yaklaştınız ve bu unsurları hikâye anlatımını desteklemek için nasıl kullandınız?

Bu oyun bir novella uyarlaması konuştuğumuz gibi. Okuyucu oyunu izlemeden evvel bin bir türlü şeyi kendi kafasında dilediği gibi hayal ediyor. Onun hayali en büyük prodüksiyondan çok daha kuvvetli, özgün ve biricik. O yüzden özellikle romanı sahneye uyarlarken seyircinin hayal gücünü tetikleyecek dekor ve ışık oyunları kurmak lazım diye düşünüyorum. Zihinde olduğu gibi, hareket eden, sürekli dönüşen düşünceler gibi aslında oyunun -bana göre- oldukça karmaşık ama büyüleyici (inşallah) ışığı ve hareketli minimal dekoru.

İzleyicilerin bu prodüksiyondan hangi duygu ile ayrılmasını istersiniz?

Güzel vakit geçirmelerini isterim en temelinde. Her oyunu izlerken ve üretirken temenni ettiğim gibi. Rahat takip edilebilecek bir oyun. Türkiye’de yaşayan her kesime her insana hitap eder diye düşünüyorum. Sessiz bir tebessümle izlenecek bir oyun, kuvvetli durumlar anlar var. Kimine komik, kimine sert gelebilecek anlatılar. Herkesin alımlayacağı yer farklı olacaktır diye düşünüyorum. Ama her üç karakterin derdini anlayıp, empati kurabilmesini çok sterim izleyenlerin.

Ve son sorumuz: Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi?

Kendi olmak ne demek sorusunun cevabını bulduğum an bu soruya daha sağlıklı cevap verebilirim. İnsan kendini hiçbir zaman tanıyamıyor bilemiyor bence. En fazla tanıdığını sanıyor. Keşke sevebilsek barışabilsek önce kendimizle. Başkalarından beklediğimiz değeri önce kendimize verebilsek. En azından hayattaki cehennemlerimizden birinden kurtulsak. Hem kendimiz olup hem birbirimizi sevmek o yüzden cevaplaması imkânsız bir soru. Kimse ne kendini ne de çevresindekileri düşündüğü kadar tanımıyor. Hatta yanlış tanıyor bana göre.

BUNLAR DA İLGİNİ ÇEKEBİLİR