“Afrika’nın altın sesi” olarak nitelendirilen, kadim Batı Afrika topraklarının evrensel müzik alemine armağanı Salif Keita, 2018 çıkışlı son stüdyo albümü Un Autre Blanc ile duyurduğu emekliliğinin ardından geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği “ısınma turu” tabir edilebilecek bir dizi konser ile sahne ışıklarına geri dönmüştü. “İnsanlar beni tekrar albüm yapmaya ikna etti. Ve bundan son derece mutluyum.” sözleriyle dizginlemediği heyecanını paylaşmaktan çekinmeyen bu maceraperest, görkemli ruhu Zorlu PSM’nin 12. sezonunda sahnede izlemeden önce serüveninden bazı satırbaşlarını hatırlamanın tam sırası.
Afropop dans müziğinin geleneksel unsurlarını caz, blues ve popüler müzik tarzlarıyla harmanlaması ile kendine işitsel sahnede biricik bir mertebe edinen Salif Keita; “varlıklı Afrika imparatorluğu Mali’in temelini atan Sundiata Keita’nın torunu” titriyle soylu bir aile mensubu olarak gözlerini açıyor dünyaya. Geleneklerine göre “talihsizlik habercisi” şeklinde değerlendirilen albinizmi sebebiyle babasının öncülüğünde kendini hem ailesi hem de toplumu tarafından reddedilmiş bir “öteki” olarak buluyor. Bu narin pembe ten ve sarı saçlar ona herkesçe dışlandığı, yapayalnız, hırpalayıcı bir çocukluk döneminden başka bir şey vermiyor.
Günbegün yalnızlaştığı yıllar içinde müzik, “sığındığı kale” fikrinden kendine kurduğu dünyanın merkez noktası konumuna evriliyor. Seslere, tınılara duyduğu aidiyet, soylu statüsünün getirdiği yasakların doğrudan ihlali anlamına gelse bile… Zira geleneklerine göre aristokrat bir ailenin üyesi sanatçı olamaz. “Benim ailemde müzisyen olmak pek kolay değildi,” diyor, “çünkü kraliyet mensupları savaş yapar, şarkı değil…” Neticede bu arzu, onun halihazırda pamuk ipliğine bağlı aile bağlarını hepten koparıyor. Maruz kaldığı tüm dışlanma hâli ve zorbaca tutum ile hastalığının görme yetisini zayıflatması birleşince öğretmen olma hayalleri de suya düşen Keita, 18 yaşına geldiği gibi soluğu başkent Bamako’da alıp tüm dünyaya kaderi baştan yazma dersi verdiği kariyerine ilk adımını atıyor.
Yaklaşık iki yıl sokaklarda ve gece kulüplerinde sahne almasının ardından şarkı yazma konusundaki kabiliyeti ve dinleyicisinin en derinlerine ulaşan ılık, özgün, eşsiz sesi tüm dikkatleri üzerine çekiyor müzisyenin sürpriz olmayan bir biçimde. 1970’de devlet tarafından desteklenen Rail Band grubunda çalmaya başlamasının üzerinden çok geçmeden gitaristi Kanté Manfila ile birlikte ortalığı kasıp kavuran Les Ambassadeurs’e dahil olup Fildişi Sahili'nin başkenti Abidjan'a yerleşiyor. 1977’de Gine'nin ilk devlet başkanı Ahmed Sékou Touré tarafından Gine Ulusal Nişanı ile ödüllendirilmesi; Touré onuruna yazdığı, Mali halkının tarihini işleyen ve tüm dünyaca tanınıp hatrı sayılır turnelerin önünü açan “Mandjou” şarkısı ve aynı adlı albümü doğuruyor.
Solo kariyerine odaklanmak için 1980'lerin başında Paris'e taşınan Keita’nın olağanüstü sesinin elektronika ve klavyeyle buluştuğu 1987 tarihli füzyon albümü “Soro”nun uyandırdığı yankı, Nelson Mandela'nın 70. doğum günü onuruna Londra Wembley’de düzenlenen konserde sahne almasına vesile olmuş. Bu ihtişamlı konsere aldığı davet ve sergilediği üstün performans onun artık dünya klasmanında bir müzisyen olarak kabul gördüğünün bir kanıtı. Haliyle devamı da gelmiş. Carlos Santana'nın yapımcılığını üstlendiği “Ko-Yan” ve “Amen” albümleri “zevk veren işitsel üretim” tamlamasının ötesine geçerek sanatçının kültürler arası etkileşim ve anlayış çağrısında bulunduğu simgelere dönüşmüş. Aktivist kimliği ile de öne çıkan Keita, AIDS salgının patlak verdiği 1990’da HIV / AIDS konusunda farkındalık yaratmayı ve sağlık hizmetlerine eşit erişimi teşvik etmeyi hedefleyen Red Hot Organization'ın Cole Porter’a saygı ve bağış toplama albümü “Red Hot + Blue”ya Begin the Beguine parçasını yeniden seslendirerek katkıda bulunmuş.
Will Smith’in başrolü Jamie Foxx, Jon Voight, Jeffrey Wright gibi nüanslı oyuncular ile paylaştığı, ABD’li boksör Muhammed Ali'nin hayatını konu eden Michael Mann filmi Ali için bestelediği çarpıcı soundtrack’ler Tomorrow, Papa, Bolon’un yanında seslendirme geçmişi de bulunan sanatçı; Afrikalılara, içinde bulundukları olumsuz koşullar nedeniyle kendilerine acımak yerine varoluşlarının olumlu yönlerini besleyerek potansiyellerini açığa çıkarmalarını öğütlüyor. Milenyumu kendisi için de yeni bir çağın başlangıcı olarak değerlendirerek Bamako’ya geri dönüyor ve eleştirmenlerce bugüne dek yayımladığı en başarılı albüm olarak gösterilen, kendisine de Grammy adaylığı getirmiş 2002 çıkışlı “Moffou”yu kaydediyor. Üretkenliği hiçbir zaman şüpheye mahal vermeyen Keita, tarihler 2004’ü gösterdiğinde Afrika Grammy’si olarak bilinen Kora Ödülü’ne uzanıp Birleşmiş Milletler Spor ve Müzik Elçisi ünvanına aday gösteriliyor.
Albinizmin yol açtığı güçlükleri ilk elden deneyimleyen öncü kişilik, 2005 yılında albinoların doğumlarından itibaren verdikleri mücadeleler konusunda farkındalık yaratma ve tüm toplumlarca eşit muamele görmelerini sağlamaya adanmış bir kuruluş olan Salif Keita Global Foundation'ı hayata geçiriyor. Farklılıkların ezgisel şöleni niteliğindeki “La Différence” albümünde de kendi albinizm öyküsünün üzerine giderek elde ettiği geliri vakfa bağışlıyor. Bu, aynı zamanda, Fransızların Grammy’si Victoire de la Musique’de En İyi Dünya Müziği ödülünü kucakladığı albüm.
2010 yılında Afrika Birliği tarafından Barış Elçisi olarak atanan ve epey kişisel olduğunu paylaştığı son albümü “Un Autre Blanc”ın ardından çalışma ağırlığını vakfına vermek adına kayıt ve müzik işlerinden çekildiğini duyuran sanatçı single ve remix çalışmalarına devam ediyor. Efsanevi şarkıcı Cesária Évora ile 2002 yılında yaptığı, geçtiğimiz yaz ortalığı yeniden kasıp kavuran düeti Yamore’yi duymayanınız yoktur. İnsan üretiminin kıymetinin asla değer kaybetmeyeceğinin altını çizerken Afrika müziğinin günümüzdeki durumunu oldukça endişelendirici buluyor: “Afrika’da rap ile uğraşan pek çok yeni sanatçı var ama gerçekten müzisyen olan çok az. Her şeyi makinelerle yapıyorlar. Gençler elbette yeniye, makinelere ilgi duyabilir; bir klavyeden kora gibi ses çıkması için kora sample’ları yükleyebilir ama bu aynı şey değil. Üzgünüm, onlar müzisyen değil.” Kora, balafon, ngoni gibi geleneksel enstrümanları çalmayı teşvik etmek adına Bamako’da bir festival düzenlemek de gelecek planları arasında. Yaşantısındaki tüm zorluklara rağmen insanlardan ve gelecekten ümidini hiçbir zaman kesmemiş, iyimserliğini ve köklerine olan bağlılığını her daim diri tutmayı başaran bu kültür ikonu için umut her daim orada duruyor, hemen kapının arkasında…