Çocukluğunu Tunus'un küçük bir balıkçı kasabasında, müezzin bir dedenin torunu olarak geçiren Youssef, arka planının dini müzik olduğunu, bunun hayatının yadsınamaz bir parçası olduğunu söylüyor. Lakin sanatçının küçük yaşlarında asıl “okulu” her zaman radyoymuş. The Irish Times’ın hakkında yaptığı detaylı dosyada “hiç yargılamadan” rock, klasik müzik, Hindistan, Brezilya, Afrika müziği, kısacası rastladığı istasyon ne çalıyorsa dinlediğini söylüyor. Müziğe olan yatkınlığı ve sesinin güzelliği küçük yaşta keşfedilip, kasabanın müezzini tarafından daha çocukken camilerde ezan okumaya bile teşvik edilmiş Youssef. Sonraki yıllarda Viyana’da müzikoloji eğitimi alan ve orada sanatını icra etmeye başlayan müzisyen, o yıllarda Avrupalı seyirci kitlelerine nasıl dokunacağını öğreniyor. Her türlü müziği deneyimleyip, hepsinde etkilenecek taraflar bulsa da Dhafer Youssef için caz hep başta gelmiş. Caz müzisyeni olmak için çok çalışmak değil; öyle doğmanız gerektiğine inanıyor kendisi. Sanatçı müziğinde de Tunuslu kimliğini her zaman yaşatarak üzerine farklı coğrafyaların enstrümanları ve ritimlerini katarak kendine has bir janr yaratıyor. Ortaya çıkan işlerin sihrinde Dhafer Youssef’in dehası kadar müziğe olan tutkusunun da etkisini görüyoruz.
1999’dan bu yana on tane stüdyo albümü yayımlamış ve neredeyse bir o kadar da iş birliği albümünde yer almış müzisyen, kayıtlarında genelde kocaman bir orkestra ve sayısız müzisyenin yardımıyla temelde udun dokunaklı sesinin yattığı, büyüyüp giden bestelere imza atıyor. Büyük kitlelerin onu tanıması ise çok geçmeden 2001’deki ikinci albümü Electric Sufi’yle oluyor. Albümün isminin de elevereceği gibi, udu elektronik beste ve aranjmanlarda kullanmasıyla tanınıyor, daha oryantal melodileri avangart müzisyenlerle ve elektronik dokunuşlarla tamamlıyor. Bazen daha oryantal, bazen caz, bazen elektronik seslerle süslenen parçalarına bir de imzası niteliğindeki falsetto vokallerini bir enstrüman olarak katıyor. Özellikle Avrupa'daki dinleyicileri sözcüklerinin ne anlama geldiğini bilmeyeceği için, vokalleriyle bunun ötesinde bir etki yaratması gerektiğinin en başından beri farkındaymış müzisyen. Çocukluğunda minarelerin tepesinde sesini kullanmayı öğrenen müzisyen için sözcüklerin ötesinde duygusunu seyirciye geçirmek zor olmuyor elbette.
Bu senenin başından beri ise 10. albümü Streets of Minarets için turnede Youssef. Seneler içinde sayısız önemli sanatçıyla çalışıp, kendin ifade etmenin yeni şekillerini bulan, türleri birbiri içinde eriten müzisyen, son uzunçalarında filmi baştan sarıyor ve kendi çocukluğuna, büyüme yıllarına götürüyor sevenlerini. Herbie Hancock, Marcus Miller, Ambrose Akinmusire ve Dave Holland gibi prestijli caz müzisyenlerinin daha Youssef rica etmeden bir parçası olmaya hazır oldukları kayıtta Arap ve Hint müziği bir caz tavrıyla birleştiriliyor. Bir bakıma “çocuk Dhafer”e adadığı albümünün ilgili çok kişisel bir yere sahip olduğunu anlatıyor: “Bu albüm, sadece udu ve nota kağıtlarıyla donanmış genç Dhafer için. 30 yıl önce Viyana'ya bir enstrüman ve bir sırt çantasıyla gelen çocuk. Cebinde birkaç kuruştan fazlası olmayan, gelir kaynağı olmayan ve bu yeni şehirde onu destekleyecek bir yaşam çizgisi olmayan çocuk. Genç Dhafer'in bir planı, bir hayali vardı: müziğini paylaşmak ve bunu geçim kaynağı hâline getirmek. Ve bu hayal onun her şeyiydi - kurtuluşunun anahtarı, ilham kaynağı ve kendini gerçekleştirmesine giden yol haritası.”
Kendi tabiriyle “çocukluğundaki yankılardan doğan ses efektleri geliştiriyor” Streets Of Minarets’te Youssef. Ud virtüözünün geçmişinden bir manzara olan “minare dolu bir caddeyi” şimdi de nağmeleri, notaları ve kocaman orkestrasıyla İstanbul seyircisinin gözlerinin önünde notalarla çizmeye geliyor. Hem şahsi hem evrensel bu albümün dünyasına şimdiden girmek isteyenler için, albümün New York ve Los Angeles’taki kayıt süreçlerine sahne arkasından bir bakış sağlayan videoyu da aşağıda izleyebilirsiniz.