Blonde Redhead, 30 yıllık müzikal serüveninde melankoliyi şairane bir şekilde yansıtan eşsiz bir grup. Indie rock efsanesi, müziğin geniş yelpazesini keşfederken noise rock'tan dream pop'a, shoegaze'den indie rock'a uzanan özgün tarzıyla dinleyicilere unutulmaz bir deneyim sunuyor. Vokalist Kazu Makino'nun etkileyici sesi ve grup üyelerinin enstrümantal yetenekleri, duygusal derinliklere olan yolculukta izleyicilere eşlik ediyor.
8 Haziran'da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde gerçekleşecek konser, Blonde Redhead'in 30. yılını melankolinin tınılarıyla kutlama amacını taşıyor. Yeni albümleri 'Sit Down for Dinner'ın çıkış single'ı 'Snowman' ile dolu dolu bir gece için biletlerinizi şimdi alın ve bu melankolik serüvene ortak olun. Unutulmaz performansları ve duygusal zenginliğiyle Blonde Redhead, İstanbul'daki hayranlarına unutulmaz anlar yaşatacak.
“BÜYÜK ELMA”YI ISIRMAK
New York. “The Big Apple”. Kaynağı tartışmalı takma adının herkesçe bilindiği ama ondan ısırık almanın zor olduğu dev metropol. Kaotik bir kozmopolitliğin kültürel karmaşasından sanatsal akımların ürediği şehir. Bu insan karışıklığının estetiğin her dalında türevlere yol açması da elbette kaçınılmaz oluyor. Farklı coğrafyaların farklı insanlarının aynı paydada erimeleri söz konusu. İnsanların farklı amaçlar için buluşması farklı içeriklerde bileşikler sonucunu veriyor her defasında. Ya da başka coğrafyalardan “daha fazla sayıda ve daha farklı” bileşikler diyebiliriz en azından.
İşin ses kısmına geldiğimizde de durum farklı değil. “Amerika” paydasında farklı milletlerden ve coğrafyadan gelen insanların müzik yapmak için bir araya gelmeleri mikro ölçekte farklı tipte tınılara ve atmosferlere yol açıyor. İtalyan ve Japon kökenli müzisyenlerin o büyük elmanın altında birleşmeler de 1993'ten bugüne süregelen bir efsaneyi hayatımıza sundu: Blonde Redhead.
Grup, Milano doğumlu ve sonradan caz eğitimi için Boston'a giden ikiz kardeşler Amadeo ve Simeone Pace, sinema öğrencisi Kazuno Makino ve Maki Takahashi tarafından 1993'te kuruldu. Maki Takahashi'nin ilk albüm sonrası yerini Tako Yasuda'ya bırakması ve Yasuda'nın da ikinci albüm sonrası ayrılığından beri grup üçlü olarak yoluna devam ediyor. Yani tüm hikaye tam 30 yıldır grubun kontrolünü ellerinde tutmak için takıntılı bir tutum sergileyen Pace kardeşler ve bu tutuma hiç de uygun olmayan Makino etrafında şekillendi ve şekilleniyor. Kimya da bazen böyle işliyor: İki olmazdan benzersiz bir oluşan. O “Büyük Elma”dan herkesin başaramadığı esaslı bir ısırık almayı başaran bir grup bu, ne hikayeleri ne de sesleri hafife almaya gelmez.
ENTELEKTÜEL YÜZEYDE POZİSYON DEĞİŞİMİ
Blonde Redhead ne tarz müzik yapıyor? İçinde dream-pop ve shoegaze'in dolandığı bir alternatif rock? Melankolinin yön verdiği bir indie-rock? No-wave ve noise elementlerinin kökleri oluşturduğu bir art-rock? Dönem dönem ve toplamda hepsi.
Yaptıkları müziği dönemlere ayırmak mümkün. 90'larda yayınladıkları ilk dört albüm genel olarak içinde noise, indie rock ve post-punk'a öykünen tınıların yer aldığı bir art-rock dönemine işaret ediyor. Gerek Pace kardeşlerin -jazz eğitimlerinin de etkili olduğu- deneyselliğinin, gerek de Kamino'nun farklılığa meyilli yapısının grubun sound'unda derinlik ihtiyacını ve yönelimini oluşturduğunu gözlemlemek mümkün. Elbette daha sonraki albümlerinde oluşacak hüzünbaz dalgalanlamaların izlerini de görmek mümkün. Kendi isimlerini taşıyan ilk albümlerinin kapanış şarkısı “Girl Boy” tam da böyle bir şarkı. Seslerle kalp kıracak, can acıtacak filmin esaslı bir fragmanı, 1 dakika 48 saniyelik “Girl Boy”.
2000'lerle beraber grubun entelektüel kuvvetinde bir değişme olmadan yönünde bir değişim fark ediliyor. Derinleri hedefleyen art-rock grubunun yerini daha dream-pop'vari, bazen shoegaze gibi duyulabilen ama entelektüel kıvrımlarından, iniş çıkışlarından taviz vermemiş bir indie-rock'a bırakır. Ve duygusal mengeneler de işin içine bolca girmektedir: Melankoli ve hüzün. Dream-pop yapmaya ve aynı anda hüzünlü olmaya çalışan, yavaşlayan bir Sonic Youth düşünün. İşte öyle bir derinlik ve melankoli iş birliği.
Temposu düştükçe ve sesler azaldığında bu melankoli sarmalları daha da boğucu hale geliyor üçlünün. Beşinci albümleri olan “Melody of Certain Damaged Lemons”ın dokuz numaralı şarkısı “For The Damaged”ı buna gösterilebilecek en iyi örnek desek yanılmayız. Blonde Redhead kendisinin derinlerde olmasıyla artık yetinmemektedir, dinleyeni de o derinlere çekme çabasındadır. O derinler karanlık ve umudun barınamadığı bir kuyunun dibi de olsa.
TÜKETTİĞİN KADAR TÜKENMEK
Bazı şeylerin güzelliğini tarif etmek kolay değil. Gözyaşları güzel midir veya dolan gözler? Kalbinin kırıldığını hissetmek? Ya melankoli ile dalıp gitmek? Derin ama tanımsız duyguların ağırlığını hissetmek? Peki bunları seslerle aktarmak ve tabiri zor duygu hacimleri yaratmak?
Blonde Redhead dinleyenle özel bağlar kuran, dinleyeni kendi his dünyasına davet edip çevreleyen bir grup. Fakat bir süre sonra dinleyen olarak grubu sanki siz çevrelemeye, tanımları siz yapmaya başlıyorsunuz sanki. Kendinize, yaşantınıza, duygularınıza ve modunuza göre içinize alıyorsunuz Blonde Redhead'i; tüketiyorsunuz, tükettiğiniz kadar tükeniyorsunuz.
GECEYE ŞEKİL VERMEK
Bazı konserler özeldir. Sadece şarkılar, müzisyenler ya da performanslar açısından değildir bu. Derininize işleyen anılar ve yaşanmışlıkları görürsünüz sahnede. Sahnede şarkılar akarken bakışlarınız deler geçer o sahneyi, yok olursunuz bir süre oradan. Her gece gibi değildir o gece, farklılaşır sizin için, şekil değiştirir.
Gecenize rastlayamayacağınız bir şekli vermek ve sadece sizin girebileceğiniz o melankoli odasını yaratmak için Blonde Redhead şehre geliyor. 8 Haziran gecesi 30. yıllarını kutlayıp, yoğun hislerle zaman ve mekanı sizin için eğip bükmek için. Hayalet hafifliğinde ve kalp kıran ninniler için.