MASAMIZDA SAHİCİ BİR KAPA-MA

Bir Anadolu kasabasında, bir çatı altında, bir masa etrafında buluşan kuzenler. Bu toplumun -ve sanırım her toplumun-, içe kapalı ‘mahrem’, dışa görünür ‘kamusal’ olan, belki de en çok bu yanıyla çelişik, çekirdek kurumu ‘aile’ yatırılmış masaya. Hah bir de, ölen yengeyle tarifi kaybolmaya mahkum olan, geleneksel aile yemeyi ‘kapama’, aynı masada.

İki Tiyatro ekibinin ilk oyunu CANAVAR, yazar ve yönetmen olarak Tunç Şahin’in imzasını taşıyor. Hikayeye nefes veren ise üç güçlü oyuncu; Tülin Özen, Gülçin Kültür Şahin ve Hakan Emre Ünal. Anlatılan, üç kuzenin ortak geçmişindeki bir canavarla hesaplaşması. Hikayenin esasen gizemli öğesi olan temayı bu defa vurgulama zorunluluğu var. Zira bu tema hayli ağır, hayli travma tetikleyici: çocuk istismarı. İzleyecek kişilerin bu bilgiye sahip olması gerekir.

"İnsanlar İkiye Ayrılır" filminin senaryosuyla 2020 yılında Altın Portakal kazanan, sinema sektöründen adına aşina olduğumuz Tunç Şahin’in ilk tiyatro oyunu Canavar. Oyun metni, böyle zorlu bir konuda hayli başarılı bir iş çıkarmış bence. Hikaye ve diyaloglarla akışın doğallığı, sahiciliği bence izleyiciyi hikayeyle bütünleştiriyor, adeta o kuzenler masasına sandalye çekip oturtuyor. İncelikle metne yerleştirilmiş metaforlar da cabası. Bir oyunu izlemeden önce, bilinçli olarak içeriği çok araştırmamayı, önden oyuna dair yazılan-çizilenlere bakmamayı tercih ediyorum. Çünkü oyun ve oyun kişileriyle, tiyatronun atmosferinde, sahnede, aynı havayı solurken tanışmak bana ayrı bir haz veriyor. Her oyunun bitişinde de bu iş acaba nasıl ortaya çıkmış, hangi referanslarla yoğrulmuş, provalarda neleri tartışıp nasıl karara bağlamışlar acaba diye üzerine düşünmeyi seviyorum. Canavar’da oyun çıkışı hissim, öncelikle hikayeyi yazan kalemin ve ardından sahneleyenlerin ‘denge’ meselesine güzel kafa yorduğu ve teraziyi başarılı kurduğu yönünde oldu. Durum komedisi ile trajedinin birbirine sağladığı dengeyi kastediyorum. Aksi durumda, oyunun aktarımlarıyla bütünleşmek, odaklanmak bir tür işkence deneyimi yaşatabilirdi.

Böylesi övdüğüm hikayenin ana hatlarından azıcık bahsedeyim. Oyun, Gülçin Kültür Şahin’in kendiymişçesine hayat verdiği Derya’nın evin salonundaki sardunyayla, azıcık dünyaya, bahtına sitemli ve fakat sıcacık sohbetiyle başlıyor. Sonra erkeksi tavırları, çatık kaşlarıyla abla Aslı (Tülin Özen) sahneye dahil oluyor. Ve artık ünlü bir yazar olan, uzun zamandır görüşülmemiş kuzen Kemal’in (Hakan Emre Ünal), iki kız kardeş için beklenmedik olan ev ziyaretiyle masa kuruluyor. En başta söylediğim gibi, masanın yükü hayli ağır, kimse kapamanın içindeki malzemeleri tam anımsamıyor, ama kapamanın tadı herkesin hafızasında. Ve üç kuzen bir masa etrafında hamurları kapadıkça kapadıkça ortaya saçılan anılar, dedikodular, şakalaşmalar, sonra simalar, hesaplar, sorgular... Sakin, sevimli akan sohbete dahil olan önce küçük patlamalar, kaçırılan bakışlar, kısık çığlıklar ve “şiiiişşşşhhh”.

Oyunun dekorunu ben sevdim; orta sehpasında sardunyayla bir aile salonu, demlenen çayın dumanıyla bir ufak mutfak, bilinçli seçildiğine emin olduğum sarıdan turuncuya toprak tonlarında bir ambiyans. Dekorun bu sıcak tonu, anne evi misafir salonu sıcağını hissettirerek önce güvenli bir alanda olma hissi veriyor izleyene. Birazdan dağlar devrilecek, toprak yarılacak ama biz şu an bu güvenli salonda olduğumuzu bilelim, diyor sanki. Işık da bu dekora eşlikçi, hiç yormuyor, keskin kontrastlarla algımızı uyarmıyor.

Oyunculukların doğallığından çok etkilendiğimi belirtmiştim. Benim hayranlık odağım Gülçin Hanım’ın Derya’sı oldu, tüm duygu dalgalanmalarını –yukarda da bilinçle seçtiğim tanımımla- ‘kendiymişçesine’ izleyiciye geçirdi. Hakan Emre Ünal’ın şu ana kadar izlediğim her işini çok beğendim, bu oyunda azıcık karikatürize hareketler gözüme değdi. Tülin Özen’in nefesinden Aslı ise o zorlu sahnelerde ayrı bir takdiri hak ediyor.

Hiçbir duvarın, kapının, kilidin engel olamadığı, varlığını herkesin bildiği, bildiğini bildirmekten imtina ettiği bir canavar. Öyle yüklü bir tasvir ki… Bu oyun üzerinize yük bırakıyor; bir öfke, bir sıkışmışlık hissi, bir çığlık atma ihtiyacı. En azından benim için öyle oldu. Oyunun başarısının bir parçası da bu yükü böyle gerçek, sahici hissedebilmek zannederim. Öte yandan kapanıştaki inceliği de ayrıca takdir ettim, salondan o son replikle ayrılmak bana iyi geldi. Emek veren herkese şükranlarımı sunarım, alkışı bol olsun...

BUNLAR DA İLGİNİ ÇEKEBİLİR